Pages

29 Ağustos 2012 Çarşamba

Hofbrauhaus - Münih

 
Almanya deyince, aklınıza gelen ilk şey nedir? Sizi bilmem ama Almanya demek benim için bira demek :) E hal böyle olunca, Münih ziyaretimizde bol bol birahane gezdik diyebilirim.
İşte Hofbrauhaus da Münih'in en önemli bira evlerinden biri. Hatta II. Dünya Savaşı öncesi Almanya'daki nasyonal sosyalist (Nazi) hareketinin lideri olan (Führer) Adolf Hitler, Hermann Göring, Joseph Goebbels, Heinrich Himmler gibi arkadaşlarıyla bu birahanede toplanıp, Nasyonal Sosyalist Parti'nin politikalarını belirlerlermiş...
Seneler sonra o birahanede olmak, o duvarların hangi konuşmalara ev sahipliği yaptığını düşünmek o kadar garipti ki. Hele biraları, gerçekten o kadar farklı tat ve dokulara sahip biraları var ki, eğer siz de bira seviyorsanız ve yolunuz Münih'e düşerse, mutlaka bu eski, çok eski, köklü birahane Hofbrauhaus'a uğrayın derim ;)
 
 
 






Üst katı... Çok kalabalık olmasa da ne kadar görkemli değil mi?




İşte bu da adresi; Platzl 9 80331 München, Almanya


28 Ağustos 2012 Salı

Decoration Inspirations

Uzun zamandır evimde kimseyi ağırlayamadım, malum mevsim yaz; herkes ya tatilde ya da yazlıkta. E tabii biz de öyle :) Şöyle kış mevsiminin gelmesini, haftasonlarımızı dostlarımızla geçirmeyi özledim sanırım. Hatta evet kesinlikle özlemiş olmalıyım ki, dün gece, birileri gelse onlara neler hazırlarım diye düşünürken buldum kendimi :) E haliyle bugünkü blogum da bu ruh halimden etkilendi dolayısı ile :)
Zaten bence yiyecek olarak ne hazırlanırsa hazırlansın, davetleri eşsiz kılan, kişiye özel dokunuşlardır...
Aşağıdaki görseller de tam benlik, kişiye özel ve detaycı ;))






















elegala


27 Ağustos 2012 Pazartesi

Pazartesi ve Enerji ;)


Bu aralar yoğun ve enerjisi yüksek günler yaşıyorum. Yeni iş, yeni heyecan derken günler nasıl geçiyor anlayamıyorum. İşte benim için böyle geçen bu pazartesi sabahında, sizin de enerjinizi yükseltecek rengarenk kareler olsun istedim blogumda :)

Herkese mutlu haftalar ;)







elegala

24 Ağustos 2012 Cuma

Kese Kağıdı Çantalar by Jil Sander




Jil Sander 2012 sonbahar/kış koleksiyonu için bizim bildiğimiz kese kağıdından esinlenerek bir sürpriz hazırlamış bizlere; Lunch Bag by Jil Sander...

Deri kullanılarak yapılmış ve Lunch bag ismi verilen bu çantaları ilk gördüğümde biraz şaşırdım ne yalan söyliyeyim ama 2. hatta 3. bakışımda sanki alıştım :)) Alır sokağa çıkar mıyım bilinmez ama büyük de konuşmamak lazım zira "aa bunu hayatta yapmam" dediğim şeyleri yapabildiğimi gördüm, o yüzden temkinli yaklaşıyorum bu çanta fikrine :)
Belki ilerde elimde bu çanta bir fotograf paylaşırım belli mi olur :))


23 Ağustos 2012 Perşembe

Münih English Garden

Münih'in kalbinde yer alan English Garden - İngiliz Bahçesi, Almanyalıların ve tabii Münih'i ziyaret eden turistlerin uğrak yeri ve nefes aldığı müthiş bir park...
Nehir kenarında güneşlenenler, serinlemek için suya girenler, bisiklet turu yapanlar, köpeklerini gezdirenler ve Chinese Turm'de bira keyfi yapanlarla dopdolu bir park...
Hatta Münihliler o kadar abartmış ki, debinin en yoğun olduğu yerde sörf bile yapıyorlar :)
Ne kadar güzel, ne kadar özgür değil mi?

Evet biz de yeşil bir ülkeyiz ama biz yeşilliklerimizi, parklarımızı aktif olarak kullanamıyoruz maalesef...O yüzden yurtdışı ziyaretlerimde en çok özendiğim şeydir bu parklar, keşke bizim şehrimizde de gözlümüzce güneşlenebileceğimiz, mangalsız piknikler yapabileceğimiz, iş günlerimizde öğlen arasında veya iş çıkışlarında dinlenip tüm negatif enerjimizi boşaltabileceğimiz parklarımız olsa...Kimbilir belki ileride? :)

Gelin şimdi hep birlikte Münih'e gidip English Garden'i ziyaret edelim ;))



































17 Ağustos 2012 Cuma

Bayramı hak edenlerin bayramı kutlu olsun...

Aslında bunun kısa bir bayram kutlama postu olması gerekiyordu, yapamadım...
Madem konu bayram, o halde bayram gibi olsun hayat demek istedim...Sadece bayramlarda akıllara gelmesin o merhamet, o anlayış, o sevgi sözcükleri sadece bayrama özgü olmasın demek istedim...
Bütün hayata yaymak bunu, bu kadar mı zor?

Mesela, Dün gece Arnavutköy'deki Adem Baba Balıkçısında öyle bir olay yaşadık ki, hala o sahne gözümün önüne geldiğinde içim acıyor. Garsonlardan biri bir kediciğe öyle bir tekme attı ki hayvancağız havalandı ve yere düştü. Buyrun bakalım? Şimdi gelip de hiç kimse bana bu kişinin "iyi" insan olduğundan, vicdanlı ve merhametli olduğundan bahsetmesin çünkü biliyorum ve kesin eminim ki bu insanların kalbinde sevgi yok, merhamete yer yok...

Evet bayram geliyor. Ama kim için? Kimin için? Herkes eşit mi ki bu dünyada? Yaptıklarımızın, söylediklerimizin hiç mi önemi yok?
Mesela, Bu hayvanları da Allah yaratmadı mı? Allahın yarattığı bir canı acıtmanın hiç mi bir bedeli yok?
Bence kesin var. Yürekten inanıyorum.

Evet bayram geldi ve İyi bayramlar dileyeceğim ama önce; Herkesin kalbinden kötülüğü attığı, merhamet ve vicdanın olduğu bir bayram olsun istiyorum...Unutmayın, bu dünya sadece bize ait değil, bu dünyada hayvancıklar da var, kediler var, köpekler var, kuşlar var, onların da yaşama hakkı var.
Herkese iyi bayramlar demek istemiyorum ve dilemiyorum... Bütün bu sevgiyi yüreğine sığdırabilenlere, bu merhameti derinden hissedebilenlere gelsin bu bayram ve sadece yüreğinde bu sevgiyi taşıyanların olsun bu bayram;

SADECE GÜZEL İNSANLARA;
İYİ BAYRAMLAR...





16 Ağustos 2012 Perşembe

Beyoğlu Rapsodisi



Yine bir Ahmet Ümit kitabı...
Çok akıcı, kolay okunan ve bir sonraki sayfayı merak edip soluk soluğa okuyacağınız bir kitap arıyorsanız, "Beyoğlu Rapsodisi" doğru seçim...

Kitabın başrolünde 3 arkadaş var. Kenan, Nihat ve Selim ilkokuldayken tanışmış, her türlü zorluğu beraber aşmış 3 arkadaştır. Her biri farklı karakterlerde olan bu 3 arkadaştan en uçarı olanı yani Kenan, bir gün bir fotograf sergisi açmaya karar verir. Serginin konusu ise Beyoğlunda işlenen cinayetlerdir. Bir anda bu 3 kafadar, kendilerini henüz çözülmemiş bir cinayet davasının içinde bulurlar.

Sonra mı? Sonrası kitabın sayfalarında :)
Ben çok beğendim ve itiraf ediyorum, bir gece, kitabın sonunu o kadar merak ettim ki uykum olmasına rağmen bırakamadım, durmadan okudum ve bitirdim :)

Şimdi sırada okunmayı bekleyen başka bir Ahmet Ümit kitabı var.  Aldım, kütüphaneme ekledim fakat henüz okumaya başlamadım. Bu ne demek? En kısa zamanda "Sultanı Öldürmek" kitap postumla burada olacağım demek ;)

Herkese keyifli, bol okumalı günler diliyorum ;)



15 Ağustos 2012 Çarşamba

The Reader




Daha önce hazırladığım "Dachau Toplama Kampı" konulu postuma sevgili Gülçin bir yorum yapmış ve bir filmden bahsetmişti; "The Reader"...
Dün akşam sevgili ile ne izlesek diye arşivimizi tararken, bu filme rastlayınca, bu tesadüfü değerlendirelim dedik ve The Reader'i izledik.

Film, 2008 yapımı ve IMDB'den 7.6 puan almış.
Başrollerini ise Kate Winslet, David Kross ve Ralph Fiennes paylaşmışlar.

Filmin konusu kısaca şöyle; İkinci Dünya Savaşı sonrası, 1958 yılında Almanya'da, 15 yaşındaki Michael Berg hastalanır ve yoldan geçmekte olan 36 yaşındaki Hanna Schmitz ona yardım eder. Daha sonra Michael, kendisine yardım eden bu kadına teşekkür etmek için evine gider ve birlikte olurlar. O günden sonra, Michael, Hanna'yı rutin olarak ziyaret etmeye başlar. Zamanla, Hanna, Michael'dan O'na kitap okumasını ister. İlişkileri böyle devam ederken Michael, Hannaya deli gibi aşık olur. Fakat bir gün, Hanna, habersiz bir şekilde ortadan kaybolur.
8 yıl sonra 1966'da, Michael artık bir hukuk öğrencisidir. Bir gün, profesörü ve sınıf arkadaşlarıyla birlikte bir mahkemeye duruşma izlemeye giderler ve o duruşmada, II. Dünya Savaşı sırasında bir toplama kampında 300 Yahudi kadının bir kilisede yanarak ölmesine izin vermekten yargılanan ve 8 yıldır ortaya çıkmayan Hanna'yı görürler.

Ve film bu şekilde devam eder.

Film, ilginç ve izlenesi bir film. Başlarda biraz durağan ilerliyor fakat mahkeme sahneleri gerçekten görülmeli.  Dachau'yu bu kadar yeni gezdik diye midir bilmiyorum ama bu filmin ilişki boyutunun ötesinde ben Nazi Almanyasına, gardiyan ve kamplarına daha çok takıldım. Filmin bir sahnesinde bir çocuğun "bütün herkes bunu biliyordu aslında, herkes biliyordu, herkes buna nasıl izin verdi" cümlesi ile gerçekten "insan" denen varlığın bir kez daha ne kadar anlaşılamaz ve fırsat verildiğinde ne kadar acımasız olabileceğini idrak ettim.
Hatta aklıma daha önceden izlediğim fakat henüz postunu yapmadığım "The Experiment" filmi geldi ki orada, kendilerine güç verilen insanların, bu role nasıl da kolay adapte olup bu gücü nasıl kendi leyhlerine kullandıkları açıkca ve çok güzel anlatılıyordu.
PS: "The Experiment" filminin postunu da en yakın zamanda yapmaya karar verdim...


Evet, The Reader izlenesi bir film. Ama dediğim gibi konu itibarı ile sakin, huzurlu bir kafa ve ruh hali ile izlenmesi gereken bir film bence, yani öyle eğlencelik çıtır çerez bir film değil. Ama güzel, ben beğendim, tavsiye ederim. Bence izleyin.



13 Ağustos 2012 Pazartesi

Dachau Toplama Kampı - Münih

Bu posta hangi kelimelerle nasıl başlamalıyım bilemiyorum. Konu, hiçbir kelime ile anlatılamayacak, hangi kelimeleri kullanırsam kullanayım, orayı gezerken neler hissettiğimi anlatamayacak kadar inanılmaz bir konu çünkü.
Konu; Münihte bulunan Dachau Toplama Kampı...




Dachau toplama kampı Nazi Almanyası'nda açılan ilk Nazi toplama kampıymış.
Eski bir mühimmat fabrikası olan alan, sonradan kamp olarak kullanılmaya başlanmış.
22 Mart 1933'te Nasyonal Sosyalist Partisi (Nazi Partisi) ve Alman Milliyetçi Halk Partisi ile koalisyon hükümeti tarafından kurulan ilk düzenli toplama kampı olmuş.


1937'nin başlarında, SS subayları asıl kampın bulunduğu arazi üzerinde esir iş gücünü kullanarak büyük bir kompleks inşasına başlamışlar. Esirler korkunç şartlar altında, eski silah fabrikalarının yıkımıyla başlayan bu inşaat işinde çalışmaya zorlanmışlar. İnşaat 1938'de Ağustos ayının ortalarında tamamlanmış ve kampta 1945'e kadar herhangi bir değişiklik yapılmamış.


Kamp alanında mutfak, çamaşır odası, duş, atölyeler ve esirlerin kaldığı blok (Bunker) gibi ek binalar varmış. Hapishane ve merkez mutfak arasında kalan alan, esirlerin jüri önüne çıkarılmaksızın infaz edilmesi amacıyla kullanılmış. Kampın etrafı elektrikli tel, hendek ve üzerinde 7 tane gözleme kulesi olan bir duvarla çevriliymiş. (ushmm.org)
1942'de esir sayısı o kadar artmış ki, bu alanlara ek olarak bir gaz odası ve bir krematoryum inşaa edilmiş.

Gelin şimdi benim objektifimden Dachau Kampı'nı gezelim. Ben tarifi olmayan duygular esliğinde gezdim oraları. Umarım az da olsa sizleri oralara götürebilir, o havayı solumanızı sağlayabilirim...


Cezalandırılan esirlerin kaldıkları tek hücrelerin dışdan görünümü;


Burası hücrelerin yan yama sıralandığı binanın içi...

















Burası da esirlerin gece kaldıkları, yemek yedikleri, uyudukları barakalardan biri;


Burası da barakanın içi...


Esirlerin yatakları;


Dış kapısında "Banyo" yazan gaz odaları :(


Ve krematoryumlar;





Ve şu anda yıkılmış olan 30 numaralı barakanın anısına bırakılmış bir çiçek...


Kimbilir bu çiçeğin nasıl bir anısı var...Kim için veya kimler için bırakılmış?
Düşünürken bile tüylerim diken diken oluyor.  O halde bütün dualar o çiçekle birlikte gitmesi gereken yere gitsin...




9 Ağustos 2012 Perşembe

Hayatımın Aşkı

Çoğu beklentinin aksine, bu başlık, son zamanlarda okuyup bitirdiğim kitabımla ilgili :))




Selindrella'nın yaratıcısı Ekin Atalar yine yapmış yapacağını ve bizlere çook güzel bir kitap hazırlamış :)
Yine tam yazlık, yine tam eğlencelik çıtır çerez bir kitap. O kadar kolay okunuyor ki, hemencecik bitiyor ve güldürüyor, çok güldürüyor :)
Bir sonraki sayfayı merak ediyorsunuz. Sema'nın başına daha ne gelebilir ki diyorsunuz ve Sema da tabii ki başını beladan kurtaramıyor :) Sema kim mi? Tabii ki bu eğlenceli kitabın kahramanı. Ben daha fazla anlatmayayım da siz kitabı okuyun :)


8 Ağustos 2012 Çarşamba

Duvarlarda canlı renkler nasıl olur sizce? :)

Sanırım evimi dekore ederken daha bir tutucuydum :) Klasik siyah-beyaz tarzda döşedim evimi ve aslında halen daha, çok da seviyorum fakat ara ara acaba salon farklı bir renkte olsaydı, en azından bir duvarı farklı bir renkte veya dokuda olsaydı demeden de kendimi alamıyorum.
Farklı canlı veya pastel tonlarda renkli duvarlar, evet çok keyifli hatta ilk görüşte çok dinamik ama sonrasından korkuyorum yani sıkılmaktan korkuyorum. Sizce hergün kırmızı bir odada oturmak ne kadar keyifli olabilir ki? Belki salon veya oda çok büyükse, duvarlar üzerinize üzerinize gelmiyorsa o zaman olabilir.

Şahsen benim fikrim, en güzeli salonun tek bir duvarının farklı renkte veya dokuda olması ;)
Böylece renk, odaya hareket katarken çok da bunaltmamış olur. Ya da şöyle diyelim; benim gibi sıkılgan ve ilgisini herşeyden hemen kaybeden biri için, bütünde değil de bir parçada değişiklik yeter sanırım :))

























Fark iyice belirginleşsin diye araya pastel tonlarda dekore edilmiş ev görselleri de ekledim. Şimdi söyleyin bakalım evinizde hangi renkleri kullanmak istersiniz?
Size her daim huzur veren pastel tonlarını mı?
Yoksa enerjisiyle sizi sarıp sarmalayan canlı renk tonlarını mı? :))


dighomedesign
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...