Pages

31 Ocak 2011 Pazartesi

Humanshop!!!


Bir dükkan düşünün; işte aynen yukarıdaki fotografta olduğu gibi; içinde insan satılan!!!

İçeride cam cam bölmeler var, içlerinde de uzunu, kısası, şişmanı, zayıfı, esmeri, sarışını, çeşit çeşit insan...
Güzeli, çirkini, yaramazı, hareketlisi, uslusu, sakini, çeşit çeşit...
Parası olanlar, isteyenler gidiyor o dükkana, seçiyor istediğini, satın alıyor...çünkü orada satılanların söz hakkı zaten yok...
Çeşit çeşit renkte,çeşit çeşit tipte insanlar satılıyor orada...
Satılıyorlar,satanlara para kazandırıyorlar ama satanlar, satılanların sağlıklarıyla, duygularıyla pek de ilgilenmiyorlar aslında. Çünkü onlar satanların gözünde birer mal, hepsi para demek...
Bazen satılanlar bu cam bölmelerin içinde hasta oluyorlar ama satanlar hasta olanlarla çok uğraşmıyorlar bile çünkü zaten eğer o ölürse, yerine gelecek olan yeni bir tane var.
Bu da yetmezmiş gibi,
cam bölmede yaşamaya çalışan bu zavallılara yemekleri, suları azar azar veriyorlar.
Neden mi? Bulundukları kafesi çok kirletmesinler diye...

Evet gidiyorsunuz dükkana ve istediğinizi parasını verip alıyorsunuz...
Hatta daha ötesi de var bunun...Aldığınızı sevmediniz mi veya ilgilenmek zor mu geldi, atıyorsunuz parka veya sokağa çünkü zaten onu parayla satın aldınız, o halde şimdi de vazgeçmek en doğal hakkınız değil mi?


EVET,
bütün bu senaryo nasıl geldi size? Okurken kendinizi kötü hissetmediniz mi?
İnsanların böyle satıldığı bir dükkan olamaz gibi geldi size değil mi? İsyan etmek, kaçıncı yüzyılda yaşıyoruz canım demek geçti içinizden...Ne kadar çağdışı değil mi?
Zaten böyle bir dükkan olsaydı, herkes ayaklanırdı değil mi?
Ne de olsa insan hakları söz konusu...
Evet doğru insanların öyle veya böyle bir hakları var...
Peki ya hayvan hakları?

Yukarıda anlatılan aynı tablodan "insanları" çıkarın yerine "hayvanları" koyun...
Okuduğunuz herşey hayvanlar için hala geçerli...Hala her yerde hayvanlar mal gibi alınıp satılıyorar
Hem de en kötü koşullarda...Bazısı anne sütünden erken kesildiği için hastalanıyor, cam kutularda ölüp gidiyor, bazısı daha dükkana gelemeden kötü koşullarda yollarda telef oluyor...

Peki bu tablo nasıl?
Bu tablo da çağdışı değil mi? Bu tablo da çok korkunç değil mi?

Yazık değil mi bu bebeklere? Yazık günah değil mi? Onlar da can taşımıyor mu? Duyguları yok mu?
Dilleri yok diye, kendilerini savunamıyorlar diye, cam bölmeler içinde ölüp gitmek reva mı onlara?
Artık birşeyler değişmeli, birileri birşeyler yapmalı, belki de siz, Siz yapmalısınız!!!

Petshop eziyetine dur demek lazım,
herkesin tepkisini göstermesi lazım,
Siz de tepkinizi gösterin
Çünkü
Ben şunu bilir şunu söylerim;
CAM İÇİNDE CAN OLMAZ!!!

28 Ocak 2011 Cuma

Katı Yağsız Mozaik Pasta





Mozaik pastaya bayılırım...Annemin bir tarifi vardı, ben küçükken sürekli yapardı ama son zamanlarda iyice vazgeçti, hiç yapmaz oldu çünkü tarif hem çok kalorili hem de zaten anneme yasak; yumurtalar, katı yağlar boldu eski tarifte...
Geçenlerde aklıma geldi acaba olur mu nasil olur derken kendimi bu mozaik pastayı yaparken buldum :)
Uzun kalıbım olmadığı için ve de elimle yuvarlayıp şekil yapamadığım için aldım kek kalıbını ve sonuç bu oldu :) Evet uzun daha güzel olurdu kesin ama bu da fena değil değil mi :))

Tarifi de çok kolay, malzemeler sadece;
500 gr bisküvi,
2 çay bardağı süt,
1 çay bardağı şeker,
2-3 çorba kaşığı kakao,
Yarım bardak zeytinyağı
1 paket vanilya

Sütü ve şekeri eritiyoruz, yağ ve kakaoyu ekliyoruz, vanilyayı da ekledikten sonra karıştırıyoruz ve bisküvileri kırıp ekleyip karıştırıp (bisküvileri çok ezmeden) kalıba döküyoruz ve buzlukta bekletiyoruz...

Sonra da afiyetle yiyoruz...:)

Bu arada babama kalsa, o hala eski tariften yana ;)
Ama o kadar katı yağ ve yumurtaya karşın, bu tarif oldukça hafif ve
gönlümde kendine yer bulmayı başardı bile :))




HERKESE AFİYET OLSUN
VE
İYİ HAFTASONLARI :)))))

26 Ocak 2011 Çarşamba

Her gün Nişantaşı - Lingua

Son zamanlarda düşündüm de, hergünümüz aynı geçiyor, daha doğrusu benim her günüm...
Her gün öğlene kadar hastanedeyim, öğleden sonraları da Serkan ile birlikte Nişantaşına doğru yola çıkıyoruz. Önce güzel bir öğlen yemeği yiyoruz sonra da Lingua'da hastalarımızı, danışanlarımızı görüyoruz...

Her gün birbirinin aynı olunca ister istemez düşündüm, iyi ki Lingua Nişantaşında :)
Sever misiniz Nişantaşını? Ben çok severim,sanki herkes daha bir özenli, kendini yırtmadan,aşırıya,abartıya kaçmadan süslüdür,şıktır; kimisi jeaniyle şıktır, kimisi işten çıktığı için eteği ve topuklu ayakkabısı ile şıktır...
Farklıdır Nişantaşı, eskidir bir kere...
Eski ile yeninin eğreti durmadan kaynaştığı bir yerdir...
İyi ki Nişantaşındayız :) İyi ki bugün de Nişantaşında olacağız :))

Sizin de var mıdır kalpten bağlı olduğunuz,
Ne zaman olsa gitmek isteyeceğiniz,
Gittiğinizde kendinizi evinizde hissettiğiniz,
Mutlu olduğunuz semtler :)






25 Ocak 2011 Salı

Bir film izledim...

Bir film izledim ve aklım karıştı...
Film güzeldi, sonunu bu şekilde beklemiyordum açıkcası. Passengers filminden bahsedeceğim bu yazımda ama sadece bir öneri postu olmayacağı için sonucu ile ilgili detaylar da bulacaksınız o yüzden eğer izlemediyseniz ve izlemeye niyetiniz varsa bu postu geçiniz :)




Film bir uçak kazası ile başlıyor ve film boyunca, kazadan kurtulanlara yardım etmeye çalışan bir psikolog görüyoruz (Anne Hathaway). Psikolog film boyunca, kazada, havayolunun hatası olduğunu ispatlamaya çalışıyor ama havayolu yetkililerinden biri sandığımız kişi de ısrarla hatanın pilotaj hatası olduğunu söylüyor.
Açıkcası ben film boyunca böyle birşeyin ortaya çıkmasını bekledim yani gerçekten hatanın havayolu şirketinin ihmali olduğunu ve psikologu ortadan kaldırmaya çalışacaklarını düşünürken bir anda ters köşeye yatırdı film beni; filmde gördüğümüz herkes, yardımcı olmaya çalışan psikolog dahil herkes aslında o uçak kazasında ölmüş, hepsi ölüymüş aslında!!! Sürekli ortaya çıkıp da hatanın pilotaj hatası olduğunu söyleyen kişi de aslında o uçağın pilotuymuş....

Evet hepsi ölüymüş hatta psikolog da o uçağın yolcularından biriymiş fakat bunu hatırlamıyor. Filme göre bu durumlarda eskilerden birileri yardıma gelirmiş, kişi huzuru bulabilsin ve öteki tarafa geçebilsin diye...
İşte filmin tüylerimi diken diken eden bir sahnesi,herhalde hiç unutmayacağım; kazazedelerden biri sürekli bir köpek görüyor, köpek bir görünüyor, bir kayboluyor, bir görünüyor, bir kayboluyor derken sonunda öğreniyoruz ki bu köpek aslında o kazazedenin 6 yaşındayken baktığı, beslediği, kendi köpeğiymiş ve O,
6 yaşındayken zaten bu köpekçik ölmüş hatta bahçeye gömmüşler. Ama şimdi bu olaydan ötürü yardım etmeye gelmiş, durumu anlatabilmeye gelmiş...O kazazedenin bunu hatırladığı an gözlerim doldu, acaba Negro da bir zaman sonra karşıma çıkacak mı diye merak ettim, belki de bir yerde bizi bekliyorlar...Bütün sevdiklerimiz...Hiçbir şey yok olmuyor aslında, belki de bir yerde hep varlar, hep devam ediyorlar... Biz bitti sanırken, onlar ayrı bir yerde mutlular...Belki de iç huzuru sağladığımızda yanlarına geçeceğiz...
Filmdeki bütün o kargaşayı, bütün o havayolu şirketinin suçlu olduğunu ortaya çıkartma telaşı aslında bizim hayat dediğimiz şeydir belki de,olamaz mı?...

Evet kafam karışık... Çok karışık... Bu evrende var olmamızın mutlaka bir sebebi var, peki ama ne?
Bunu sorguluyorum çoğu zaman... Neyi öğrenmeye, hangi aşamalardan geçmeye çalışıyoruz?
İç huzuru bulanlar bir şekilde öteki tarafa geçiyor, peki ya bulamayanlar? Bu dünya denilen karmaşada yaşamaya devam ediyorlar...Debelenmeye, çalışmaya, koşuşturmaya devam ediyorlar...Bu yüzden intiharlar aslında günah sayılıyor çünkü kişi o süreci tamamlamadan hayatına son veriyor,aslında hazır değil öteki tarafa geçmeye,daha vakti, daha öğreneceği şeyler var...

Acaba hep bu yüzden mi? Buradan bir an evvel kurtulsunlar diye mi; iyiler çabuk ölür?

24 Ocak 2011 Pazartesi

Eyvah Eyvah 2 :)



Evet çok konuşuldu, kimi çok beğendi, kimi de burun kıvırdı,
Eh hal böyle olunca gidip görmemek olmazdı...
Açıkcası ben çok ayıla bayıla gitmedim filme hatta ilkini sinemada bile izlememiştim,
aylar aylar sonra DVD'den izlemiştim, ama işte ilkini izledik dedik ve 2.ye de bilet aldık :)

Film aslında basit yani aman da aman bir konusu yok ama ilginç bir şekilde akıp gidiyor,
Bir ara sürekli gülerken buldum kendimi :)
Evet izlenir hatta Ata Demirer ve Demet Akbağ seviyorsanız, kesinlikle izlenir...
Ama eğer benim gibi iseniz de dediğim gibi izlenir hatta güldürür,
boş bir vaktinizde tavsiye ederim ben,
Ben beğendim :)

HERKESE İYİ HAFTALAAAR :))

20 Ocak 2011 Perşembe

Muhallebili Kabak Tatlısı



Dostlarla görüşmek bizim için çok keyifli özellikle de hafta arası yapılan dost ziyaretleri sevgiliyle beni öyle bir sarj ediyor ki haftanın sonu nasıl geliyor anlamıyoruz :) İşte dün gece de böyle gecelerden biriydi; Serkan ve Nilçin çiftine yemeğe davetliydik :)) Çok çok güzel hazırlanmış bir sofra ile bizi karşılayan Nilçin'in tatlısını o kadar beğendim ki sizlerle paylaşmadan edemedim, zaten kabak tatlısına bayılırım bir de bu lezzetli muhallebi ile birleşince sonuç muhteşem olmuş :)

İşte Nilçin'in tarifi ile muhallebili kabak tatlısı;

Kabakları toz şeker ile bildiğiniz tarif usulü pişiriyoruz aynı kabak tatlısı yapıyor gibi sonra da kabakları iyice eziyoruz.
Diğer yanda muhallebi için
1 litre süte,
1 bardak un
1 bardak şeker
ekleyip muhallebi kıvamına gelinceye kadar karıştırıyoruz.
Soğuduktan sonra ise 1 paket kremayı içine katıp iyice çırpıyoruz...
Ve sonra böyle bir kup bardağının içine 1 kat kabak, 1 kat muhallebi şeklinde koyduktan sonra buzdolabında soğutuyoruz...

İşte hepsi bu, sonra geriye bu lezzetli tatlıyı bir güzel mideye indirmek kalıyor :))

Nilçincim tarif için çook teşekkür ediyorum :)

Şimdiden afiyet olsun :))

19 Ocak 2011 Çarşamba

SMILE :))

Geçen hafta tatlılar tatlısı Meyra bana bu şeker mi şeker, güzel mi güzel, cici mi cici ödülü göndermiş :)))))



Canım Meyracımm çok teşekkür ederim sana, beni de hatırayıp, bu ödülü benimle paylaştığın için :))

Şimdi benim de bu ödülü 10 tatlı bloga göndermem gerekiyor ama seçim yapmak o kadar zor ki,
o hade ne yapıyorummmm??
bu tatlı ödülü, herkese gönderiyorummm :)))))))))

18 Ocak 2011 Salı

Kehanet - Knowing

Geçenlerde D&R'da gezinirken gördüm bu filmi...
Konusunu okuyunca da çok ilgimi çekti,
hemen aldım hatta alır almaz da izledim...




Filmde Nicholas Cage başrolde...Sever misiniz filmlerini? Ben çok severim, bir şekilde filmleri izleyeni alır ve içine çeker yani benim için öyle...Etkileniyorum filmlerinden.
Bu film 2009 yapımı, başrollerini Nicholas Cage ile birlikte Chandler Canterbury ve Rose Byrne paylaşmışlar.

Filmin konusu kısaca şöyle; 1959 yılında bir okulun öğrencilerinden 50 yıl sonranın resmini çizmeleri istenir. Herkes resmini çizer ve zaman kapsulüne koyup gömerler. Amaç, 50 yıl sonra resimleri çıkarıp o anki öğrencilerle paylaşmaktır. 50 yıl sonra resimler çıkartıldığında, ilk başta anlamsız gibi gözüken sayıların olduğu
bir kağıt bulurlar. Dikkatle incelendiğinde bu sayıların, dünyada olan büyük belli başlı felaketlerin tarihleri olduğu anlaşılır. İşin ilginci, son 2 kehanet henüz gerçekleşmemiştir...

Filmin kaba hatları ile konusu bu şekilde...
Dediğim gibi, film, ilk andan beri beni etkiledi, sonunu da beğendim, en azından bir yere bağlanıyor...

Salı gününün tavsiyesi olsun bu film,izleyin bakalım beğenecek misiniz :)

17 Ocak 2011 Pazartesi

1 Yaş Temalı Doğumgünü Kurabiyeleri :)

Biliyorsunuz değişik kurabiyeler yapmayı çok seviyorum ve istek olduğunda sipariş üzerine çeşitli kurabiyeler yapıyorum :) Geçen hafta sevgilimin iş arkadaşı, sevgili Tuğçe, 1 yaşına girecek olan minik kızı Zeynep Bade için kurabiye siparişi vermişti bana...Birlikte nasıl bir model yapacağımıza karar verdik ve cuma akşamı kurabiyeleri hazırladım :)

İşte Zeynep Bade'nin tatlı kurabiyeleri;












Tuğçe ve Zeynep Bade'nin bu ilk doğumgünü heyecanına ortak olduğum için
 gerçekten çok mutluyum
 ve
beni de bu heyecana ortak ettiği için sevgili Tuğçe'ye çok teşekkür ediyorum :)

Umarım sevgili Zeynep Bade'nin çook güzel ve en az bu kurabiyeler kadar tatlı anılarla dolu bir hayatı olur...

Nice senelere Zeynep Bade'cim :))

14 Ocak 2011 Cuma

Lümpiyen Börek

Daha önce yılbaşı gecesi masamızı anlattığım bu postumda, masada bulunan lümpiyen böreğin tarifini daha sonra vereceğimi söylemiştim ve işte gün bugün, işte lümpiyen börek :))




Ben bu tarifi televizyoda görüp hemen not almıştım,sonuç gerçekten başarılı,denemenizi şiddetle tavsiye ederim..

Bu böreği yapmak için malzemeler;

* dolmalık fıstık,
* yeşil soğan,
* 1 adet patates,
* 1 adet havuç,
* biraz mantar,
* domates,
* 1 tatlı kaşığı köri,
* tuz
*2 adet yufka (kaç tane yağacağınıza göre değişir, ben 2 adet kullanıyorum)


Şimdi, tavaya yağı koyuyoruz ve fıstıkları şöyle bir çeviriyoruz,ardından soğanı ekliyoruz çeviriyoruz.
Öte yandan havuç ve patatesi haşlayıp rendeliyoruz, fıstıklı, soğanlı karışıma ekliyoruz,
Mantarları ince ince doğruyoruz veya küp küp (artık nasıl seviyorsanız öyle:) ekliyoruz,
Domatesi küp küp doğruyoruz, bütün malzemeleri tavada iyice çeviriyoruz,
Bu harca köri ve tuz ekliyoruz ve işte harcımız hazır...

Birinci aşama bitti bile ;)

Diğer yanda yufkaları üst üste koyuyoruz, yuvarlak bir tabak işimizi görür burada, tabağı yufkaların üzerine koyuyoruz ve tabağın çevresinden dikkatlice kesmeye başlıyoruz böylece tabağımızın boyutunda küçük yuvarlak yufkalarımız olmuş oluyor...
Bu minik yufkalara harçları koyuyoruz ve hepsini maydanoz sapı ile bağlıyoruz,
Fırına sokmadan da şöyle bir yağlıyoruz üzerini kızarsın diye
VE
işte hepsi bu :))

(Burada 2 püf noktası var bence; birincisi, ben yufkaları bohça yapma ve pişirme esnasında minik fırın kaplarını kullanıyorum hani kişiye özel mantar veya karides güveç yaptığımız minicik kaplar vardır ya, yufkayı onun üzerinde açıyorum ve onların içinde bohça yapıyorum ve orada pişiriyorum...ikincisi, harcı yuvarlak minik yufkaya koymadan önce orta kısma yani harcı koyacağım yere biraz daha yufka koyuyorum ki ıslak olan harcımız yufkayı yumuşatıp, altı açılmasın diye)


İşte lümiyen börek böyle birşey :)
Belki haftasonu denersiniz,
Haftasonu demişken;

HERKESE İYİ HAFTASONLARIIII :))))))))


12 Ocak 2011 Çarşamba

BUM BUM BUM 100 OLDUMM :))

Hep olacak mı acaba olacak mı derken olduu,
sonunda 100 izleyicim oldu hatta 103 oldu :))

Şimdi 500lerde veya 1000lerde izleyicisi olanlara belki komik gelecek benim 100 izleyiciye deli gibi sevinmem ama benim için çok önemli...
Daha dün gibi aklımda 10 izleyicimin olduğu zamanlar...Ve zamanla büyüdü bazı şeyler burada, büyüdü bazı şeyler birlikte...
Paylaşımlar arttı, yaşanmışlıklar arttı, acılar daha az, mutluluklar daha çok oldu birlikte :)

Ve daha nice 100'lere o zaman,
Ama yine hep birlikte :))



10 Ocak 2011 Pazartesi

STARBUCKS KAHVE SOHBETİ :)

Dün, sevgili Zeynep'in daveti ile kendimi Galata Starbucks'ta buldum; kahve sohbeti için :)
Hiç bu kadar eğleneceğimi ve güzel vakit geçireceğimi tahmin etmezdim...
Evet kahveyi içmesi güzel, günlük hayatımızda bol bol kahve tüketiyoruz ama kahve ile ilgili ne kadar çok şey varmış bilmediğimiz ;)


Efendim, bize kahve ile ilgili bu değerli bilgileri aktaran Ercan Bey'e bir kez daha teşekkürlerimi sunuyorum :)
Kendisi güler yüzü ile bize, Starbucks'ın neden bu kadar başarılı olduğunu, hangi kahvenin ne ile içilebileceğini, kahvenin tadını tam olarak alabilmemiz için nasıl içmemiz gerektiğini anlattı...




Daha sonra özel olarak bu sohbet için hazırlanmış tepsileri getirdiklerinde, çok heyecanlandığımı itiraf etmem gerek..Bu kadar kahve seven biri olarak bu ortamda bulunmaktan çok hoşlanmıştım :)





İşte tadılacak kahvemiz ve yanında iyi gidecek tatlımız...Ve tabii aldığım notlar ;)




Bunlar biliyor muydunuz?

* Starbucks'ın kullandığı kahvenin daha kaliteli olan Arabica kahve olduğunu,
* Starbucks'ın 3 yerden; Latin Amerikan, Asya Pasifik ve Afrika Arabistan'dan kahve aldığını,
* Aradan aracıları çıkartarak çiftçilerle birebir temas halinde olduklarını,
* Kahve tadımının 4 aşamadan oluştuğunu; koklamak, höpürdeterek içmek (böylece kahve ağzımızın her yanına dağılabiliyor), yiyeceğimizi yemek ve tekrar tatmak,
* Kahve ağzımızı çok sulandırıyorsa asit oranının fazla olduğunu ve eğer ağzımızı kurutuyorsa, asit oranının az olduğunu,
* Starbucks'tan aldığımız kahveleri en fazla 1 hafta içinde tüketmemiz gerektiğini, aksi taktirde aromasını çok fazla hissedemeyeceğimizi,
* Bu kahveleri saklarken vakumlu kaplar kullanmamız gerektiğini,
* Starbucks'ın logosunda deniz kızı olduğunu,
* Starbucks isminin Moby-Dick kitabında bulunan Starbuck canavarından esinlendildiğini,
* Türkiye'ye ilk giriş tarihinin 19 Nisan 2003 olduğunu,
* Şu anda Türkiye'de 135 tane şubesi olduğunu,
* Türk Kahvesini, dünyadaki tüm Starbucks'lar için standart içecek haline getirmeye çalıştıklarını,
* House Blend kahve ile çikolatalı tatlıların,
* Sumatra kahve ile daha tuzlu örneğin zeytinyağlı dolma ve tulum peynirinin çok iyi gidebileceğini

Ben bilmiyordum öğrendim :)
Siz biliyor muydunuz bunları?

Evet tüm bunları bilmesek de gerçekten Starbucks'ın tadı, lezzeti herşeyden farklı...
Hmmm bunları yazarken bile ağzım sulandı, ilk fırsatta kendimi en yakın Starbucks'a atacağımdan emin olabilirsiniz :)
Herkese iyi haftalar ve bol Starbucks'lı günler ;)))



7 Ocak 2011 Cuma

İnternet :(

Hastanedeyimm, 2 gundur dogru durust blog yazamiyorum cunku sistemde sorun varmis ve baglanti yok :( cep telefonumdan anca bunlari yazabiliyorum sizlere...

Neyse bugun yine cuma;
super keyifli, mutlu ve huzurlu bir haftasonu olsun
hepimiz icin :)))))

5 Ocak 2011 Çarşamba

Mısır Gevrekli Kurabiye

Yılbaşında annelere hediye olarak ne almalı, ne yapmalı diye düşünürken, bir anda fark ettim ki,
kendim birşeyler yapmak istiyorum :)
Siz de benim gibi mi düşünürsünüz bilemiyorum ama ben el emeği olan şeyleri daha çok seviyorum :)

Eh hal böyle olunca yılbaşı öncesi, sıvadım kolları, giriştim işe :)
Değişik birşeyler yapmaktı amacım ve daha önce hiç denemediğim bir tarif denemek istedim...

Evet evet, mısır gevrekli kurabiye yapacaktım
VE 
yaptım da, işte benim mısır gevrekli kurabiyelerim;





Resimde gözüken bu kurabiyeyi yapmak çok basit aslında, işte malzemeleri;

Kurabiyesi için;
* 1 paket margarin
* 1 çay bardağı sıvı yağ
* 4 yemek kaşığı pudra şekeri
* 4 yemek kaşığı buğday nişastası
* Vanilya
* Aldığı kadar un

Güzelce yoğuruyoruz, şekil verip pişiriyoruz :)

Öte yandan üzerindeki çikolata sosu için, çikolatayı benmari usulü eritiyoruz (ben bitter çikolata kullandım,tercih sizin)
Çikolata erirken zaten kurabiyeler de ılınmış oluyor, alıp şöyle bir yarısına kadar batırıyoruz ve daha önceden bir tabakta hazırlamış olduğumuz mısır gevreklerine bulayıp, çikolatanın kuruması için bir köşede bekletiyoruz...

İşte hepsi bu :))

Ve bu daa, kurabiyelerin, hediye olarak götürülmeden önceki son hali :)




Ben sonuçtan çok memnunum, umarım anneler de sonuçtan memnun kalmışlardır :)

4 Ocak 2011 Salı

...




Bazen insan,ne kadar zaman geçerse geçsin,geçmişi unutamıyormuş.
Ne kadar unuttum dese de, unutmuş gibi yapsa da,
hatta belki gerçekten unuttum zannetse de,
orada bir yerde hep açık bir yara duruyormuş.

Ne acı bunu görmek,
hala geçmişin seni yönettiğini bilmek ne kötü...
Ne kadar zaman geçerse geçsin, gerçekten sıfırlayamamak ne kötü...

Dün akşam itibarı ile kötü bir gün geçirdim ve kötü uyandım,
bütün yeni yıl dileklerine inat bugün hüzünlüyüm...
Bir köpekcik vardı, onu sahiplenemedim, onu alamadım,
bu kadar istememe rağmen yapamadım...
Hep bir yerlerde Negro duruyordu sanki.
Bütün o büyük büyük cümlelerim de aklımda, ben değil miydim herkese "ama olsun, böyle düşünme bu bencllikten başka bir şey değil" diyen...
Yapamadım işte...Yapamadım ve o kadar üzüldüm ki, erteledim...
Toparlayana kadar erteledim, tamamen hazır olana kadar erteledim...
Erteledim...

Daha başka birşey sormasanız,
Sadece yanımda olsanız...
Ben de bi daha hiç bu konuyu açmasam
Açmasam açmasamm ve unutsammm
Unutsamm
Unutsammmmmm

Ve O, hiç unutulmuyormuş, hep hatırlanıyormuş,
Unuttum zannedilse de aslında hiç unutulmamış ki...

Bu yazımı Negro'ya ithaf ediyorum...



3 Ocak 2011 Pazartesi

Yılbaşı Gecesi Masamız :)

Yeni yılın ilk postunu yazıyorum;umarım çoook güzel konuların paylaşıldığı, mutlulukların kat kat arttığı, paylaştıkça çoğalan neşelerin dolu olduğu postlar gireriz bu sene :))

Yılbaşı geceniz nasıl geçti bakalım? Eğlendiniz mi? Sevdiklerinizle birlikte veya onlardan bir şekilde uzakta mıydınız? Sizin yılbaşı gecenizi nasıl geçirdiğinizi çok merak ediyorum :)

Biz bu yılbaşında bizim evde toplandık...Burcu ve Serkanlar ile 3 çift kutladık yılbaşını...
Ben kendi adıma çok eğlendim,gerçi TV izlemedik,sürekli müzik dinledik,bu yüzden de aslında geceyi çok yılbaşı gecesi gibi yaşamadık,sadece geri sayımda tv açtık,dolayısı ile sanki yılbaşı değil de sıradan bir gece gibi geçti...Ama bu cümlemden sönük veya kötü geçtiği gibi bir izlenime kapılmayın,dediğim gibi ben çok eğlendim,umarım gecemize konuk olan herkes eğlenmiştir :)

Gelelim yılbaşı masamıza :) Daha önce kırmızı ve siyah olarak hazırlayıp sizinle paylaştığım masamı bu sefer kırmızı ve lame detaylarla hazırlamak istedim...Aslında krem ve sarı tonlarında da hazırlayabilirdim ama gecenin rengi kırmızı, eh masa da kırmızı olmalı diye düşündüm ;)

İşte masamız;




Masamızda neler mi vardı? Hmm şöyle bir sayalım bakalım;

* lümpien börek
* Barbaros barbunya
* Roka salatası
* Karides salatası
* Somon tartar
* Zeytinyağlı yaprak sarma
* Kabak kızartma,sarmısaklı ve yoğurtlu

Ana yemek olarak da;
* Bademli pilav
* Beşamel soslu fırında nuar

Bu yemeklerden lümpien börek ve Barbaros fasülyenin tarifi Barbaros Şansal'a ait (:P) daha önce TV'de izleyip not etmiştim gerçekten de çok lezzetli yemeklermiş...:)
Lümpien böreğin tarifini daha sonra, başka bir postumda paylaşacağım sizlerle :)
Peçete halkalarımı da tanımışsınızdır kesin,daha önce bahsetmiştim, onlar H&M HOME cicilerim :)



Evet efendim, yeni yılın ilk pazartesi günü, bende haberler,havadisler bu şekilde :)
Umarım herkes için, hepimiz için ÇOOOOOOOOOOOK güzel bir sene olur :))

Yılbaşı gecesi haberlerinizi bekliyorum,ona göre;)
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...